Rumkale

Antik dönemden günümüze kadar Şitamrat, Kal-a Rhomayta, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın Kale) ve Rumkale gibi bir çok isimle adlandırılmıştır.Rumkale bir zamanlar Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yer alırdı. Merzimen çayının suyu Rumkale dibinde, derin ve sarp vadi içinde akan Fırat nehrine karışırdı. Günümüzde üç yanı Baraj gölüyle çevrilmiş olup, yarım ada görünümündedir. Kalenin eteklerinde ise aşağı şehir bulunmaktaydı.

Şair Aziz Nerses Kilisesi: Rumkalenin güneyinde yer alan hükümranlık kilisesini 1173’te Şair Aziz Nerses yaptırmıştır. 18. Yüzyılda Rumkale’yi ziyaret eden Richard Peacock bu yapıdan ”Gotik” tarzda küçük ama güzel bir kilise olarak bahsetmiştir.

Doğu-batı doğrultusundaki kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve üç apsislidir. Batısında narteks yer alır. Sadece absisin doğu cephesinin bir bölümü toprak üstündedir. Doğu cephesinin ortasında silmeli çerçevenin iki yanında birbirine benzer kabartmalı levha bulunur. Sol levhada haç ve rumi süslemenin olduğu kabartmanın altında başlarını geriye çevirmiş karşılıklı duran iki aslan, sağ levhada ise iki palmet arasında başını sağa çevirmiş, kanatlarını açmış bir kartal kabartması vardır. Bu kilise İslami dönemde cami olarak kullanılmıştır.

Barşavma manastırı : Kale içinde kuzeyde yer alır. 13. yüzyılda Yakubi azizi Barşavma kendi adına inşa ettirmiştir.Birbirine bitişik iki yapıdan bazı bölümler ayakta kalmıştır. Kuzey cephesini kaya kütlesi oluşturur. Kare planlı olan yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Duvarlarda büyük taş bloklar halinde kesme taşlar, payelerde ve batı mekanın kapısında düzgün kesme taşlar, kemerlerde ve örtü sisteminde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar burada da kullanılmıştır. Yakınında bir de kuyu mevcuttur.

Kalede toprak üstündeki yapılar 12-14. yüzyıllar arasına aittir. Bunlar içinde en eski yapının hendek olduğu ifade edilmektedir.

Fırat nehri boyunca ele geçen çakmak taşından yapılmış aletler ve diğer kalıntılar, insan oğlunun Rumkale ve çevresinde yontma taş (Paleotik) döneminden beri yerleştiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemden sonraki iskan yerlerini ise Fırat vadisinde Tunç çağından başlayıp Kalkolitik döneme kadar inen höyüklerle izlemekteyiz. Rum kale ve çevresiyle ilgili antik kaynaklardaki ilk bilgiye Asur Kralı III. Salmanazar’ın MÖ. te zaptettiği “Şitamrat” yerleşimiyle ulaşmaktayız. Bu yerin Rumkale olduğu ifade edilmektedir. Rumkale çevresi bölgedeki stratejik konumu sebebiyle Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde de iskan görmüştür.

Hz. İsanın havarilerinden Johannes (Yuhanna) ‘in Roma döneminde Rumkale’yi mesken yaparak kayadan oyma bir odada incilin nüshalarını çoğalttığı rivayet edilir. 11. yüzyılda Rumkale Hromgla’ adıyla önemli bir konumdadır. 1113 te III. Grigoris Rumkale’yi Joscelin’in dul karısından satın almış, katolikosluk (başpiskoposluk) makamını buraya yerleştirmiştir. Şair aziz Nerses mezheplerin birleştirilmesi nedeniyle imparator elçileri, Kayşum ve Yakubi baş patrikler ile Rum kale’de toplantılar yapmıştır. 13. yüzyılda Rumkale’de bir çok Yakubi’nin olması sebebiyle Yakubi Patriği II. Ignace, Rumkale’de bir kilise yaptırmıştır. Sonraları kaleyi patriklik makamı olarak seçmiştir. 1279 da kaleyi kuşatan Memluklular bu aşamada kaleyi zaptedememişlerdir. Ancak Memluklu sultanı Melik el-Eşref 1292 de Rumkale’yi tekrar kuşatmış olup, Rumkale’nin fethi gerçekleşmiştir. Sultanın emriyle Suriye naibi Sancar Suca tarafından tamir ettirilen Rumkale, Kal’at el Müslimin adını almıştır. Daha sonraları ise Kale-i Zerrin (Altın Kale) olarak adlandırılmıştır. Rumkale Memluklular zamanında yeniden uç kalesi olarak kullanılmışsa da, eski parlak dönemini bir daha yaşayamamıştır.

1516 da Osmanlıların eline geçen Rumkale, Halep Eyaleti’nin Birecik Sancağı’na bağlı bir kaza haline getirilmiştir. 17. yüzyılda Evliya çelebi, Rumkale’nin bir tepe üstünde sağlam bir kale olduğunu, dışarıda camii, hanı, hamamı ve küçük bir çarşısı bulunduğunu belirtir. Katip Çelebi de burasının bahce ve meyvelerinin bolluğunu vurgulamıştır.

Yazar: Prof.Dr. Bilgehan Pamuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir