Eskiden Antep’te, içki nasıl içilirdi, içki içmenin kuralları var mıydı?
Vardı tabii…
Bir kere öyle önüne geleni, ham gençleri almazlardı içki meclislerine. İçecek çağa gelenler, akrabalarının, komşularının, meclislerine girer, içki içmenin usulünü, adet ve nezaketini öğrenirlerdi önce.
İçki meclislerinin en önemli kuralı (Saki usulüyle içilmesi) idi. Şöyle olurdu Sâki usulüyle içme: Beraber içki içecek 7-8 kişi bir araya gelir. Onlara peyke derler. Her peykenin bir sâkisi olur. İçmeye karar verilince ya genişçe bir han odasında ya da birinin evinin salonunda toplanırlar. Mevsim yaz ise bir bağda, Dutluk’ta ya da bir erik bahçesinde bir araya gelirler. Sâki, lügatte “içki dağıtan güzel” demektir ama, eski Gaziantep’in içki meclislerindeki sâki; varlıklı, gün görmüş, âdetleri iyi bilen, sayılan bir kişi’dir dâimâ.
Varlıklı olan peykeler meclislerine bir kebapçı ya da kasap getirtirler. Bir koyun ya da kuzu kesilir, her 15-20 dakikada birer küçük şiş kebap gelir sofraya… O zaman masa yok. Genellikle büyük bir sini ya da tepsi konur tahta ayakçalığın üzerine. Etrafına minderler açılır, yastıklar konur. Rakı,büyük kalaylı bir kapla konur ortaya. İçinde de kalaylı bir tas. Dostlar, çepe çevre bağdaş kurar otururlar sininin etrafına. Selam sabahtan, hoşbeşten sonra saki kalaylı tasla rakı vermeye başlar. Tas sıra ile verilir. İçen, bir elini göğsüne koyar (bu teşekkür anlamındadır) beğendiği mezeden, kebaptan alır.
Sâki bir yandan kendisi de içerken arkadaşlarını da kontrol eder. Bakar ki, meselâ üçüncü kişi sarhoş olacak, fazla götüremiyor, bu kez ona vermez. Onu atlar yanındakine verir. Daha sonraki turlarda da dikkat eder, durumu iyi ise 2-3 tur sonra ona da uzatır kadehi…
Yani sâki o meclisin sigortasıdır. Kendisine kadeh yahut tas verilmeyen kişi istemez, isteyemez. Kural böyledir. Yoksa bir daha meclise almazlar onu. İçlerinden biri fazla kaçırmışsa ya sâki işaret eder, ya da yanındaki arkadaşını kaldırır götürür. Gerekiyorsa yüzünü gözünü yıkar, bir yatak daimâ hazırdır, onu yatırır kendisi döner meclise.
İçki-âlem-sohbet devam eder. Bir süre sonra o giden arkadaş ayılır, meclise gelir, oturanlara selam verir,birer sigara dağıtır ve yeniden meclise katılır…
Bu meclisler çoğunlukla saatlerce, hatta günlerce devam eder. Bu nedenle ona (uzun oturma) derler. 3 gün, 5 gün sürdüğü de olur… Meclis devam ederken sâki bakar ki içki veya meze azalmış, hizmet eden adamına veya oturanlardan birine para verir, eksik olanı aldırır. Bir de sigara verme kuralı vardır içki meclislerinde, yenip içilirken oturanlardan biri sofradan ayrılmak, dışarı çıkmak istediğinde, herkese birer sigara verir. Bu “Bana müsaade” demektir.
Uzun oturmalar çoğunlukla “harfene” ile olur. Yani herkes kendi payına düşeni verir. Bazan da bir kişinin daveti olur. Bazan peykeden biri sanatkârsa, saz çalar, türkü söyler. Bazan da çalıp söyleyenleri getirirler. Uzun oturmaların dışındaki içki alemlerinde de benzer kurallar vardır, hepsi de bir kabalık,bir çirkinlik olmadan, efendice yiyip içmeyi sağlamak içindir.
Yaşadığım bir olayı anlatmalıyım: Gençtik, bir akşam 3 arkadaş saza gittik. Masamızda yiyip içerken garson geldi, sigara paketini uzattı:
-Yan masadaki beylerin selamı var, “müsaade ederlerse hocamız masamıza buyursun” diyorlar. Dönüp baktım, ahbaplarım. Arkadaşlarım da “hay hay” dediler, kalktım gittim. Davet edenler ayağa kalktılar, selam verdim, oturdum. “Hoş geldin, şerefe” deyip kadehleri kaldırdılar. Adeti biliyordum: Şerefe diye kaldırılan kadehler tokuşturulup çın çın ederken, herkes kadehini daha aşağı indirip tokuşturmak ister. Bu, karşısındakine saygı işaretidir, bugün de bilinir ve yapılır. Ancak eski adette farklıdır: Oturanlardan biri sağ elindeki kadehi, sol elinin üstüne koyarsa, artık diğerleri kadehini daha aşağıya indirmeye kalkmaz, ayıptır. Çünkü kadehi üstüne koyduğu el toprağı temsil eder. O kişi arkadaşlarına “en mütevazı olan benim, ayağınızın toprağıyım” diyerek kibarlık etmiş olur. Neyse, biraz içtik, biraz anlattık, güldük… Baktım garson sigara getirdi, masadakilere tuttu:
– “Vasıf Beyle Mehmet Bey’in selamı var.” Biz de selam verip sigaraları aldık. Kimi yaktı, içmeyen de masaya koydu. Biz sohbete devam ediyoruz. Aradan 10 dakika geçti geçmedi garson ikinci kez sigara getirdi:
– “Vasıf Beyle Mehmet Bey’in selamı var.” Bana bir şey söylemiyorlar ama masada bir durgunluk oldu. Ama yine de seslenmediler. 3-5 dakika sonra üçüncü kez sigara gelince masamızdakilerden biri kulağıma eğildi:
– Hocam, dedi, kusura bakma, bize şeref verdin ama, bak üçüncü sigara geldi… Bilmiyordum o zaman
– Anlamı nedir? Dedim.
– Artık arkadaşımıza müsaade edin gelsin” demektir. Yoksa can sıkıntısı olur… Dedi.
Hemen vedalaştım, masamıza döndüm. O zaman işin inceliğini anladım: Herkes de içiyor. Masadan masaya (artık gel) diye seslenmek ayıp olur, üzüntüye sebep olur diye sigara gönderiyorlar.
Yani söz yerine jest…
Bu içki meclisleri yalnız odalarda, bahçelerde kurulmazdı. Bazan 2-3 arkadaş, çoğu zaman harfene ile bir şişe rakı, mevsimine göre iki avuç erik ya da bir salkım üzüm alır, giderlerdi İncili Pınara, ya da Alleben suyunun başına. O Alleben şimdi yok. İçine girseniz dizinize çıkmaz, serin serin akar, içine atılan büyük taşlara basa basa geçilirdi karşıya. Dere boyunca, 5-10 metre aralıkla küçük küçük pınarlar kaynardı. İkindi olup da gölge yere inince o küçük pınarların başına ikişer, üçer kişi gelir oturur, pınarın içine rakı şişesini, erikleri, üzümleri yavaşça koyar soğumasını beklerler. Küçük bir semaverle çay getirenler de olurdu. Bazan birisi cebinden bir avuç leblebi çıkarır, bazan da bir portakalın kabuğu unutulan kadehin yerini alırdı..
Hasip Dürri o günleri şöyle anlatıyor:
“Söylesem vasfını Aynüllebenin Ağzının suyu akar dinleyenin…
Kahve hâzır bulunur; çay kaynar Dest-i Sâki’de kadehler oynar.
Baklava tepsisi hep başta gezer Hem erik ile hıyar suda yüzer… ”
Bu pınarbaşı alemleri de güneş batmaya yakın sona erer, “kalkın ağam artık” diyerek evlerin yolu tutulurdu…
İşte böyle…
içki, sabahı olmayan gecelerde, eşle dostla içilirdi eskiden, çeşitli kebaplar, mezeler ve saatler süren sohbetlerle…
Her şey gibi, o güzel adetler, o güzel geceler de dillerde kaldı. O meclislerde kurallar vardı, saygı vardı, sevgi vardı…
“Antepliler içkiyi çok sever” diyenler, bunları dinledikten sonra, umarım şunu da eklerler o sözlerine:
“Antepliler içkiyi severler ama, kurallarına uyarak, dostlukla, nezaketle, ve zevkle içiyorlar…”
Adil Dai’den alıntıdır.
Emeği geçen herkese candan teşekkürler.Geçmişin güzelliklerine şöyle bir yolculuk yaptım ,sağ olun.