Fabrika dediğimiz kocaman bir jeneratördü. Bütün kentin elektrik ihtiyacını karşılayan bu jeneratörün çalışması akşam karanlığı basar basmaz başlar, gece yarısını biraz geçinceye dek sürermiş.
Işıkların sönmesi bir türküye bile konu olmuş o yıllarda.
“Alatirik söndü kalkın haşıla/Haşılı da bitirin başlan fasıla/çifte kurşun değsin nezzik taşına/
Gözlerin kör ola, ölesin usta/ ölmeden kabire giresin usta.
Bu mini elektrik fabrikamız öylesine büyük gürültü yapardı ki, sesi ta Şehreküstü’den duyulurdu.
Sık sık bozulurdu bu jeneratör. O zaman ustalar onu onarmak için ter döker dururdu.
Duyduğum acı bir kaza var.
İşçilerin onaramadığı arızayı gidermek üzere, Fabrika Müdürü Elektrik Mühendisi Kemal Köker kaçak olan bölüme girer. Müdür, loş olan ortamı aydınlatmak amacıyla oradaki buğulanmış camı eliyle temizlemek ister.
Camdaki elektrik kaçağı Köker’i çarparak onun ölümüne neden olur. Bu olaydan sonra Eski elektrik fabrikasının bulunduğu Alleben kıyısındaki caddeye, o fedakâr mühendisin anısını yaşatmak için Kemal Köker adı verilir.
Çalışması sonucu ilkel elektrik fabrikamız sıcak atık su salardı o zamanlar. Alleben’e karışmaya hazırlanan bu sıcak sudan yararlanırdı bebesi olan kadınlar.
Yavrularının boklu bezini kışın “buyduran” soğuklarında o sıcak suda yıkardı anneler.
Yaz aylarında ise, biz çocuklar, bir pınarı andıran o gözeden avladığımız tokaç balıklarını, babalarımızın içtiği rakıların boş şişelerine doldururduk.
Kurbağaların daha mini minnacık yavruları olan bu iribaşlara tokaç balığı derdik biz. Nedense sıcak suda yüzmeyi severdi tokaç balıkları.
Onları yakalayıp da ne yapardık, anımsayamıyorum. Hevesimiz geçince dereye salıverirdik herhalde.
Artık ne tokaç balıkları kaldı geride, ne sıcak su, ne elektrik fabrikası, ne de o eski güzelim Alleben…
Yazı kaynak: Fevzi Günenç